Kayıtlar

Ekim, 2009 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

En iyi dost

Resim
nerelere gitmedik ki seninle birlikte sevgili dostum seneler boyu hiç ayrılmadan şehrin tüm izbe sokaklarını birlikte adımladık mahalle içlerindeki kadınsız balkonları birlikte süzdük seninle şehrin tüm parklarındaki banklarına oturup tüm köprülerinin korkuluklarına birlikte tutunduk güneşin doğuşunu izlemeye giderken sabahları birlikte sustuk akşamları ikimizde kızıldık batışında güneşin o hiç sevmediğimiz sıkıntılı öğleden sonralarında zaman hızlansın diye koşarak gittik her yere geceleri birlikte acıdık kaldırım orospularına kendimize acıdığımızdan fazla neler yapmadık ki birlikte biz sevgili dostum seneler boyu hiç kopmadan gökyüzündeki maviye özenip esrar da içtik sırf denizi görüyor diye gidip inşaatlarda da çalıştık kimse ile kavga etmedik bir tek polislere attığımız taşları saymazsak her gün aynı gazeteyi okuyup birlikte içtik çayımızı hatta kızların peşinden birlikte koştuk yıllar yılı yalanlara inanmadığım için değil korktuğumdan götürmedim seni hiçbir camiiye işte bu yüzden

Hoş geldin

Resim
Ayşegül Arslan'ın ve bizim minik umudumuza... "Bu nasıl bir sonbahar yaşadığımız?" diye şaştı, bir hüzünbaz Gökten akan yağmur dahi yeşertemedi Çiçekli göğüs kafeslerinde uyuyan hüznü Esmedi gitti bu ölüsevici mevsimde bir sevgilinin nefesi Kimsenin yüzüne, sıcak bir fırtına gibi vuslata dair "Bu nasıl bir güz anlayamadım?" diye kısırlaştı, yalnız bir işvebaz Ne havalanıyor kanlarının içinde tarla kuşları, serçeler, kırlangıçlar, saksağanlar Ne başkasının elini özlüyor terli eller, kirli eller, temiz eller Soğuk bakışlar dirimsiz beton Ruhlar dumansız katre Batmaya meyilli desteksiz katanparalar Donuklaşan bir korku gibi süzlüyor Bu intihar mevsiminde Mutsuzluk olarak Şefkat ise bordası paslı bir gemidir Mendireğe uğramadan geçip giderken Ufuk çizgisindeki kızıllkta boğulur Bir ekim sıkıntısında Özlemle sevişemeden Gordion'un karamsar düğümünü çözen kılıcın Keskin parlak zekası gibi aydınlanıveriyor ortalık nihayet Mutlu bir ışığın etekleri kaplıyor dört bir

Uzayan nehir

Resim
şehirden kaçar gibi uzuyor kuyruğu nehrin azalıyor suyu sonuna doğru birer birer eksilen İstanbullu beyefendiler gibi ilk fırsatta vazgeçtiklerimiz yüzüyor suyun üzerinde görmezden geldiğimiz vicdanımız mesela ağlayamadıklarımız güldüremediklerimiz doyuramadıklarımız açlığımız da yüzüyor nehirde kılı kırk yaran sevişmeler gibi uzuyor kuyruğu nehrin bir tek güneş farkımda konuşmadan kızıyor el veriyor kavrukluğuma uzuyor nehir bir örümcek gibi şehirden uzaklaştıkça alıyor ellerini ayaklarını kederden portakal ağaçları ve limonlar etrafında hurmalarla birlikte yürüyor nehir denize doğru kulağımızda Brecht dilimizde susuzluk nehir boyu hüzünler üzerinden gizemler içinden uzuyor nehrin kuyruğu şehirden uzaklaştıkça su yerine şimdi yitik sevişmeler akıyor nehirden can çekişen hazlar uluyor tunça boyanmış regller boyunca çatısız bağ evlerinde kasık tarikatından sakallı ibne müridler sızmış kalmış öylece sevişme yorgunu sırtlarının üzerinde kendine akıyor nehir artık kendi yatağında vazgeçişl

İyotkeş arsız

Resim
Değişen bir şey yoktu. Her zaman olan yine yaşanıyordu işte. Bir süre bekledi öylesine hiçbir şey yapmadan. Gözlerini dikiz aynasına dikti ve şoföre baktı uzun uzun gözgöze gelip para üstünü vermediğini hatırlamasını umarak. Bunu umud etmenin saçmalığını şoförün umarsamaz, kaba ve şiddete meyilli vücut dilinden anlıyordu anlamasına ama kendine ait olan parasını isteyememesinin sünepeleğini tam anlayamıyordu. Kendini bildi bileli içinden paranın geçtiği her şeyde savsak bir beceriksizlikle karşısındaki kişilerin dolaylı ya da dolaysız gadrine uğrardı. Artık bunu kabullenmişti kabullenmesine ama şimdi gideceği yere varana kadar içini kemirecek olan bu can sıkıcı durumdan nasıl kurtulacağını tam olarak kestiremiyordu. İneceği durağa kadar "nasıl olsa bir şeyler yaparım" mazeretiyle zaman kazanıp elindeki sahaflardan aldığı eski bir edebiyat dergisini gelişigüzel açtı, kısa bir denemeye takıldı gözü ve okumaya başladı: "Para üstü Erken orta yaşlarında bir adam, gündüzün erke

Ten kırmızısı ihtiraslar

Resim
yüzünde bir şey var uzun ve ince adını koyamadığım beklentilerde bir susuş bir öpüş gibi denizin çölü ayın tutkusu sanki yüzün alnımdaki hüzne benzeyen bir şey sabah rehavetim gibi ya da sancı midemdeki ilk ihmal edilen şey kaybediliş unutuluş yüzün ince ve uzun ellerinde bir şey var kudretli mi kudretli anlayamadığım saçlarına götürürsün bazan ellerini kendini ararsın yalnızlığında bulamazsın ben hatırlatırım sadece sana güzelliğini ellerini ne kadar da buğday tenli ellerin ne kadar yetenekli başka bir ülkenin cumhuriyeti ellerin aşk nedeni omuzlarında bir şey var beyaz üzerine kırmızı bayrak değil ten kırmızı dokunuşların ihitiraslı sızısı beni zengin eder küçük omuzların bilmeden sakladığım hafızamın hazinesi iki kardeş akdeniz şehrinin yaz tedirginliği akşamında karanlıkları yırtan göğsüme dayarsın toprak kokulu can simidi omuzların vücudunda bir şey var vücudunda çıplak ve arzulu bunu bir tek kendin biliyordun ya artık ben de öğrendim kurtuluşumdur artık kasıkların ve memelerin ha