MEZAR


Pazar sabahı. Herhangi bir sabah. Sadece bir an. İçinde olduğumuz bir daha tekrarlanmayacak sonrası ve geçmişi olmayan sürecsiz bir hissediş zamanı. Hava kapalı ve serin. Kurşuni bulutlar kirli sokakların berraklığında, şiirsel. Hüzünlü, kaotik ve curcunalı bir panayırın sessiz gemileri bulutlar hızla yer değiştirmekte, elektrikli kırbaçlar şaklamakta gökyüzünün kuralsız trafiğinde. Yağmur yaklaşmakta. Güz kendini hissettiriyor iyiden iyiye artık. İyi uyuyamıyorum son zamanlarda. Dışarıdayım. Yağmur başlamış, kibarca yağıyor. Alışık olmadığım bir sessizlik ve durgunluk göze çarpıyor sokakların bu erken anlarında. Sahte bir sessizlik ve durağanlık. Kentlerdeki sessizlik ancak gürültüsüzlük anlamına gelir. Gerçek sessizlik doğadan kaynaklanan seslerin ahenkle yayılmasıdır. İnsanlar uyanınca yine bildik hırslarıyla koşturacak metalden atları ortalığı tozu dumana katacak kavgayla ve akılla. Yürüyorum. Bir yere yetişme derdim olmadan, yaşadığımı anlamaya ve hissetmeye çalışarak, yavaşça, havayı koklayarak. İşe giden insanlar var duraklarda bekleyen tek tük. Otobüsler kendilerini bekleyen müşterilerini fazla bekletmeden geliyor. Kaldırımlar bozulmuş. Kaldırım taşları sökülmüş. Yol kenarlarında kum yığınları var. Kaldırımları betondan yapıyorlar tüm İstanbul'da. Kent, uygarlık ve dünya baş eğmenin bir başka haline dönüşmekte hızla.

Sokaklardan mahallelerden uzaklaşıyorum. Mahallenin sonunda, romanlardan fırlamış kasabanın ucundaki bir mezarlıkla yüzleşiyorum. İçindeki ağaçlar ve yeşilliği beni daha çok çekiyor kendine. İçeri giriyorum. Mezar taşlarında, yok olup gitmenin karamsar çaresizliğiyle acemice yazılmış anlamsız cümleler. Mezarlığın içinde yol ilerledikçe dar bir patikaya dönüşüyor. Her yer mezar taşları, duvarları, kafesleri ile parsellenmiş durumda. İnsanoğlunun ölmeden önce gömüleceği yeri satın alıp etrafını çevirip korumaya almasının budalalığının altında dünyaya egemen olmasının ve kendini evrenin en değerli varlığı ilan etmesinin salakça gururu yatıyor. Özünde doğadaki her sıradan elementten birkaçını barındıran cesetlere verilen bu gereksiz ehemniyet beni sinirlendiriyor. Ölünce ne bir mezar ne de bir mezar taşım olmasını istemezdim. O yüzden ne bir tereke ne de bir vasiyetim olacak. Mezarlığın içlerine dalıyorum. Ruhuna fatihalık mezarların, devrim şehitlerinin mezarlarını çiğniyorum. Yağmur hızlanıyor. İğne yapraklı sık bir çam ağacının duldasına sığınıyorum. Mezarlara, toprağa, üzerime düşen yağmur damlalarının huzur verici tıpırtılarını dinliyorum. Yavru bir köpek yakınlarda bir yerlerde ağlamaya başlıyor. Sesin geldiği yöne yöne doğru bakıyorum ama bir şey göremiyorum. Başka bir yetişkin köpek sese doğru koşuyor az ötemde, ses biraz sonra kesiliyor.

Hiçbir şey yapmadan öylece bekliyorum. Yakınlarda bir parkta futbol oynayan insanların sinir bozucu naraları duyuluyor. İçimdeki ahenk bozuluyor. Kentlere, harekete, zorunluluklara, görevlere, tekdüzeliğe, sınırlara, bayraklara, dinlere, tanrılara inanan insanların oluşturduğu güce ve iktidara tapan insanların oluşturduğu bir toplu(m) mezarda olduğumun ayrımına varmama neden oluyor insan seslerini duymam. Bir hapislikten başka bir şey değil aslında yaşamım. Kendi kendimin esiriyim. Düşüncelerimle ve hayallerimle bile kurtulamıyorum esaretimden. Gittiğim, gideceğim her yere kendimi de götürüyorum, ne yazık. Ödediğim vergi sürekli güncellenen zulmün devletsel bedeli. Konuşmaktan ve karamsarlıktan başka bir eylemim yok. Pornografik bir hayat suratıma tükürülürken radikal bir değişimi sırtlayamamanın güçsüzlüğü ile diğer yanağımı çeviriyorum sadece alçakça.

Mezarlıkta yürümeye devam ediyorum. Islanıyorum. Sabah tüm mevcudiyetiyle sürüyor. Sabahın bende uyandırdığı duyguların en baskını etrafımla ilgilenmiyor hatta durumun kimsesizliğini kullanıp ihtirasımı körüklüyor bu cesetler korunağında. Sevişmenin tanımsız heyecanı ve hazzı ile dolu, damarlarımdan akan kan, kalçalarım, kasıklarım. O etten kora dokunmak, emmek, içime almak, kamçılanmak, aşağılanmak istiyor bedenim. Yumuşak ve şefkatli yuvarlaklığımda kaybolmasını arzuluyorum cinsel bir şiddetin. Leş kokan cesedimin kokusunu alıyorum.

Köpekler yanıma geliyor sonra. Başlarını okşuyorum. Koşulsuz bir sevgiyle karşılık veriyorlar kuyruklarını sallayarak ve gözlerime bakarak. Eve dönüyorum. Her şey boş ve anlamsız geliyor. Hiçbir şeye inanmak istemiyorum. Nihilist bir başıboşluğun, çürümüş bir benim için farketmezliğin, özgürlüğün mutsuzluğuyla bireyleşmenin avuntusuyla sarmalanıyorum. Şu evrende işgal ettiğimiz yerin hiçbir değeri yok. Bir bölü sonsuz sıfırdır. Bir araya geldiğim her bir atomun, kuarkın ve atom altı parçacığın sonsuzluğun bir parçası sadece. Bu dünyaya, amaçlara, aşklara yabancıyım ama ben aynı zamanda bu dünyayım. Saçma ve sapan. Eve giriyorum. Acıktım.

Yorumlar

  1. kisisel is kurmak için kredi gerekiyor? evet lütfen bu e-postayi temas halinde: finance_institute2015@outlook.com simdi tamam senin kredi transferi ile daha fazla devam etmek.

    Simdi kredi.teklif@gmail.com: Ayrica bu e-postayi irtibata geçebilirsiniz.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Ekosoykırım sürerken

Öldürülen kadınlar, geleceğimiz ve isyan

YAŞAM ANARŞİDİR