DUYDUĞUN RÜZGARIN SESİ DEĞİL İÇİMDEKİ FIRTINA

bunlar bir şiirin değil
içten gelen bir yakarışın
yokluğunun sanrıya dönüşünün
kendimi, aldanmanın istilasına bırakmamın
hüzün dolu ve kasvetli bir serüvenidir sadece
çünkü biliyorum kelimelerden yapılmış hiçbir yol
sana çıkmaz
belki ürpertir biraz bedenini
duyduğun rüzgarın sesi değil
içimdeki fırtınadır
seviyorum seni
saçlarını sarı
küçücük gözlerini
yüzünün tüm coğrafyasını
tüm sathıma yayılmış karnının sıcaklığını
gülerken sen
tüm acıları kapatabilen beyaz ağzını seviyorum
söyletme beni, önlerini...
hiç durmadan sevdanın renklerini adımlayan
ayaklarını
ayakların ki; şefkatin rengindeki pembe ayakların
durmadan şunu, bunu ve onu düzelten ellerini
ellerinin tanrısını seviyorum
parmaklarındı üzünç çiçeklerini
kağıtlara dölleyen
topladıkça tükenmeyen
sevinç çiçeklerini seviyorum
adındaki "L" harfini söylerken
dilimin ön dişlerime değen gerçekliğini seviyorum ben
bir tek o ayırıyor beni düşlerimin sersemliğinden
ve içim hâlâ titriyor
ismini gördüğümde
seni her öptüğümde
aklımın ortasında açan bir çiçeği suluyor dudakların
seni düşünmek
uzak bir yıldızın sancılanması kayarken
şaşırtıcı güzellikte bir şiir
deprem korkusu adının her dildeki söylenişi
uyku sarhoşluğum seni sevmek
unutmakla ölmek arasında
yediğim dayakların öfkeli ateşidir seni sevmek
belki de asla birlikte olamayacağımızın bilinci
belki de başkalarına sarılarak yatmanın hüznüdür seni sevmek
belki de keskin tadıdır paslı bir bıçağın ete sürtünen tarafında seni sevmek
hep seni aradım
oysa ortalarındaydın bir karabasanın
ülkenin tam ortasında ıssız bir kasabanın
aktarılmamış tuğla çatısına vuran rüzgarda üşüyordu çizdiklerin
sen kavakların sanatçısı!
hep seni düşündüm sen yokken
sen yokken de hep seni düşündüm
başka kadınların ortasında seni düşündüm
akdeniz'de ve içanadolu'da seni düşündüm
ranzamda ve sol elimde seni düşündüm
çalakalem taklit ettim seni düşünmenin kelimelerini
yoktun
kız kardeşinle konuştum seni
ortak arkadaşlarımıza açtım seni, suskunluğunu
bir gizemdin
bir canavardan saklanır gibi sinmiştin köşene
bir ara anne ve babanın siyah-beyaz fotoğraflarına sordum seni
görünmezdin
kırılgandın
unutulmuş bir hayatın resimleriydin
asla çözemeyeceğim bir matematik sorusuydun sen aslında
ve cevabıydın sorularımın
içimdeki özlemden de güzeldin oysa
kayıp bir kara parçasının derinlerine gömülmüş
çil çil altın dolu bir hazine sandığıydı senin kalbin
her yerde aradım seni:
"kalın ve karanlık bir çatı merdiveni gibi
giderilmez eksikliğini tanırım onun"
diyerek, turgut uyar teselli etti beni
süreya'ya da sordum seni:
"bir çocuktun sen parıltılar yaratacaktın düzensizliğinde
bunun için belki de
masmavi bir örtü gibi bırakarak gölgeni
geçtin resim çeken söğütlerin içinde"
diyerek, o da aramıştı senin gibi birisini anladım
son durakta rastladım cansever'e
kesti biletimi:
"insanın insana verebileceği en değerli şey
yalnızlıktır."
dedi ve hüznümle suladım
bir köşemde beklettiğim adının
dilimi ön dişlerime değdirerek söylediğim "L" harfini
çiçeklendi büyüdü adın
geldiğin kente güller adadım
gülşehir oldu adı
kavaklardan daha uzun çam ağaçlarım oldu sende
karanlık bir ormanın çam kokularında çektim seni içime
özledim seni gül niyetine
sayfanın ortasına attığın her imzanda
tuale her dokunuşunda
dokunulmaz kıldım sana olan kırgınlıklarımı
kendi beceriksizliğimle öldürdüm günahlarını
utanç ve pişmanlıktı oysa geçmişim
yağlı ilmik gibi geçirdim acılarımı gözyaşlarına
sevdim seni
saçlarının sarısına gizlenmiş kırmızıyı
siyah çizen ressam
hiç unutmadım ki seni
seni italyanca ve ispanyolca sevdim
sanat tarihine dadandım yokluğunda
modigliani çalıştım
kalbinin panik odalarında yaşadım senden habersiz
ortasında açan ve hiç solmayan
bir çiçeği sevdim ben
anadolu'nun
tek başıma

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Ekosoykırım sürerken

Öldürülen kadınlar, geleceğimiz ve isyan

YAŞAM ANARŞİDİR