Lacivert tavanımdan akan zaman

Dünyanın en uzun caddesinde yürüyor(d)um. Caddesinde değil belki de yolunda yürüyordum, yol da değil dünyanın en uzun patikasıydı yürüdüğüm belki de. Patika mı? Hayır hayır bir dağ, dağ olmaz bir yayla, yayla hiç değil plato belki, plato da denmez ki, ova desek ya da sürgün, tamam buldum zorunluluk diyelim biz en iyisi. Evet ne diyordum; dünyanın en uzun zorunluluğunda kısa soluklarla ciğerlerime dolduruyorum havadaki görünmez buz kristallerini ve hiç durmaksızın yürüyorum.

Lacivert tavandaki korkunç yıldızların altında yürüyorum. Ürkünç demeli yıldızlar için belki de! Başka bir zamanın imgeleridir yıldızlar. Akrep iğnesi vücudunuza girdiğinde bir ateş koruna değmiş gibi yanarsınız ya, işte öyle acıtır beni yıldızlar. Yarın için bile anlamsızca endişelenirken bir milyon yıl öncesinden gelen bir belirtinin, lacivert tavanımdan bana göz kırpması ürkütür beni nedense. Zaman anlamını yitirir bir yıldızla yüzleşince.

O kadar uzun ki zorunluluğum yürümekle, gitmekle bitmiyor. Zaman gece yarısını çoktan geçmiş, hatta günün, haftanın, ayın, yılın yarısını... Zaman; eli kolu uzun yalancı bir tanrı gibi kafamızı karıştırıyor. Yürürken düşler görmeye başlıyorum. Anlamsız düşler. Anlamsız olduğu ölçüde mantıklı düşler. Önümde yürüyen şu hâki parkalı adam aslında bir kadın, anlamsız, ama o kadının içine düştüğüm bu zamansız korkunçluğun akıl sağlığımı koruyan bir sığınağa dönüşmesi mantıklı.

Rüya mı bu gördüğüm kadın gerçekten, yoksa bir düş, söylence, gerçeküstü bir dışavurum mu beni dünyanın en uzun zorunluluğundan kurtaran bu kadın, bir yanılsama mı yoksa sadece? Bilmiyorum! Elim, kavisli belinin bitip kalçalarının başladığı mutlu yokuşta yolunu bulmaya çalışırken ustaca figürlerle, bulutumsu ve belirgin kırmızı dudaklarından öpüyorum kadını. İşte tam o anda zaman yok oluyor gerçek vâr olurken. Kasıklarına kayıyor parmaklarım dilimi ağzına sokarken ve kırmızı bulutlar yağmaya bizi ıslatmaya başlıyor. Lacivert tavandaki yıldızlarda yağıyor ve elime yirmidört köşeli bir yıldız düşüyor.

Sert bir ses sırtıma vuruyor sonra; "uyuma!" Bir saniye sürüyor rüyam anlıyorum. Bir milyon ışık yılı uzaklıktaki lacivert tavanımda asılı yirmidört köşeli yıldız yerini alıyor tekrar ve benimle birlikte dünyanın en uzun zorunluluğunda yürümeye devam ediyoruz. Sürekli yürüyorum, dümdüz yürüyorum, hissetmeden yürüyorum, sorgulamadan yürüyorum, düşünmeden yürüyorum, etrafımda dağların silüeti yirmidört köşeli yıldızımın belirsiz aydınlığında bir dağın tepesinde yürüyorum hiç durmadan. Lacivert tavanımdan esen rüzgar yüzümü kesiyor, bereme yapışan buz kristalleri ciğerlerime de doluyor. Sırtımdaki su şişesi bile donuyor üşüyorum artık yürümekten ve sabaha da çok var üstelik. Tek çıkışım hazlı bir düş.

Uzun saçlı bir kadın beliriyor işte yine, simsiyah saçları, uzun parmakları, incecik kolları, kırmızı bir bulut gibi gülümsüyor yine, asmış dudaklarına gülümsemesini bana bakıyor. Alıp o gül dudaklı çingene bulutları pamuk şekeri gibi kollarımda, omuzlarımda, kucağımda, ağzımda kaybediyorum saf ve sahici bir sarılmayla. Yirmibeşinci köşesi oluyorum yıldızımın ve lacivert tavanımdan kucağıma düşüyor, parmaklarımın arasında şimdi yıldız. İki saniye sürüyor bu kez rüyam.

Sabah oluyor. Ancak ellerimiz ve ayaklarımızla oturup tutunabileceğimiz bıçaksırtı bir tepede oturuyoruz en sonunda. Gerilladan öğrenilmiş bir taktikle korucular silme su dolu bir pet şişeyi ateşe atıp kaynatıyor ve beş dakika sonra sigaralarımızla birlikte içiyoruz çaylarımızı. Askerler balık konservelerini yemek ve fısıldaşmakla meşguller. Gerillalar uzaktan bizi izleyip geri dönmemizi bekliyor. Güneş bu kadim toprakları ve sırtımızı ısıtmaya çalışıyor.

İşte ben on yıl önce burada, Van'da, Tako Yaylası'nda, hâkilerle bezeli, bir hafta hiç durmadan yürüdüm. Üç saniye düş gördüm, yirmidört köşeli bir yıldızla sevişip yirmibeşinci köşesi oldum. Evet, on yıl önce yürüdüm hâkilerle, dün gece dudakları kırmızı bulut olan bir kadını öptüm, bir milyon yıl öncesinden bir yıldız düştü lacivert tavanımdan avuçlarıma ve bundan sonra kadınsız yaşayacağım içe dönük bir kırgınlığa dönüşen suskun bir öfkeye kapılarak.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Ekosoykırım sürerken

Öldürülen kadınlar, geleceğimiz ve isyan

YAŞAM ANARŞİDİR