Mungan, sen ve ben






Delta*

tutulduğun öksenin öldürücü sıkıntısını
ne dağıtabilir ki benim koynumdan başka

...


Koynumda yüzün. Yüzünün sıcaklığı ile ısınıyorum hâlâ uzaktan bile görmedim oysa yüzünün derisini. Sadece dokundum yüzünün utangaç ruhuna sen tebessüm ederken bir kez. Bakma sen benim seni arayıp sormadığıma, nasıl hiçbir şey söyleyemeden yıllardır seni konuşuyorsam işte öyle seni arayıp sormadan dokunuyorum bendeki sana, yüzünün sıcaklığına, ince telli saçlarının ipeksi iç geçirişlerinin kokusuna... Matemimin sonu yüzünün beyaz güzelliğinde, esrikliğinde. Bembeyaz yüzünle aydınlanıyorum karanlıklarımdan. Senin güzelliğinden geçiliyor iç huzura tanrının değil, kıskanç tanrı her defasında kaybediyor yüzündeki masumiyetle yaptığı savaşı. Yenik tanrının yüzü yok senin güzel yüzün avuçlarımda.


...

rüzgara verdiğim sesimdeki bayrağı geri al
bir uçurumda yer ayırtır gibi
beni çağır yankınla
tuzağa

...


Bana yakışmayan sesim renksiz
sahipsiz
kırılgan...
Kim dilerse alıyor kullanıyor
sonra silip atıyor aklının kayıtlarından

Sitemsiz sezginin ışığı tutuyor elimi bir tek ayasından. Işığının karanlık gölgesinde öpüyorum dudaklarını. Hırsla öpüşerek kurtuluyoruz korkularımızın muğlaklığından. Dilindeki kayganlığa tutunuyorum uçurumdan düşerken.Sen ise kasıklarımdaki tuzağa yakalanıyorsun parmakların içimdeyken.


...

yol dediğin yoklukta
git git azalır
zamanla
tendeki heves
kandaki macera

...


Tantanalı sevişmelerimizin gururlu pişmanlığını unutturamaz bize aramızdaki mesafeler. Hep aynı istekle yanar parmakların, şuh kalçaların ve ıslaklığın. Kasıklarında ulurum sessizce hecelerken şehvetimin şiirini. Biliriz bencilliklerimizi bırakıp geldiğimizi birbirimizin kucağına, basitliğimiz güçlendirir bizi ve başıbozuk hoyratça sevişmelerdir en büyük maceramız. Bizi birbirimize daha çok yaklaştıran aslında tenimizdeki heves değil; bakışlarındaki hasret, sesindeki yetim kızlara has eksiklik tınısı ve bir türlü bastıramadığın sırtüstü duyduğun acıdır, seni teskin eden.


...

kimliğini gösterir rüzgar
geçerken
kimse geçmeden buraya

...


Hain bir bıçaktır uğradığın ihanetin karnında açtığı yaradan sızan kana basmamak için yollunu değiştiren aşk. Gözlerinden bile sakladığın ihanet sesini biraz daha inceltirken güzelliğini yoruyor, sarhoşluğa direncini azaltıyor.

ucu kör bıçaktır
uğradığın sıradan ihanet
kesmez bile etini
kesse iyileşir çünkü

Koynunda eserim yabancı bir rüzgar gibi. Omuzlarından kavrar içine girerim. Şefkatinle kesişir içine soktuğum bıçak ve yok olur gerçeklik, dünya işte o zaman sinerek sığınırız tek inancımız olan aşka.


...

rehin alınmış nehirler
hep bize akar
birbirimize kalırız
geçip giden
rüzgârdan yapılan anlar
nice yabancı gözlü rüya
ve bütün akşamlardan sonra

...


Bedenindeki esneklik, oyuncu ruhun, çocuksuluğun, korumasızca kendini ele verme hastalığın, ifadesiz nefretin, sevincinin peşinden koşan mutlulukların, dudaklarının kenarında saklı şefkatin bir yaprak olur, deli bir nehrin sularında bata çıka bana doğru ustaca yüzer. İrade gösteremeden ama en kararlı halimle tutarım sonsuz gülüşünü...

insansız zaman gibi
doğanın bir parçası güzelliğin


...

döküldü sanılan nehirler
bizde bekleyen delta

...


Bitmez sandığım utancımı al da gel. Şerefe kaldıralım kadınsı dürtülerimizi. Hiç kavuşamayacak yerlerimizin hayaliyle sarhoş olalım. İçelim içimizde birikmiş çıplaklığın sıcaklığını.

zamanı dolduran
bakışlardan uzak
kimsenin cesaret edemediği
kapılarını çalıyorum
içeride güzelliğin
dışarıda gözlerin
bir ihanete sunduğun
körpe vücudun
kalbini onaran ellerimle açıyorum
yeşil kapılarını
kasıklarımda vebalin
saçlarının ince tellerinde
ıslak içgeçirişlerim
ve aşkın kokusu
içindeyim

*murathan mungan / bazı yazlar uzak geçer

fazıl tar

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Ekosoykırım sürerken

Öldürülen kadınlar, geleceğimiz ve isyan

YAŞAM ANARŞİDİR