Yeni sömürgecilik anlayışı dünyaya hakimken, duyguların bile mekanikleştiği atmosferde sıcak ve sevgi dolu şeyler yazmak ne zor. Hele ki kutsi gün üretmede eşi benzeri olmayan yaratıcılıktaki üretici insan uygarlığı heyecanla bir sevgililer gününü daha yaşıyorken. O sevgililer günü ki; genç bir kadın tecavüze uğrayıp, öldürülüp, bedeni yakılarak yok edilmeye çalışıldığının ortaya çıktığı güne denk geliyor. Sevgi, aşk, bağlılık, dostluk ve adanma gibi insanı yüceltmesi gereken duyguların kırmızının binbir türlü tonuna bulanmış satılık eşyalarla içinin boşaltıldığı ve alçaltıldığı bir günde bir kadın daha öldürülüyor. İçine düştüğümüz sığ ve birbirinin benzeri arzuların bedeli 14 Şubat’a özel bir renkte Özgecan’ın bedeniyle kanıyor. İktidarın artan ve giderek popülerleşen-yaygınlaşan bağnazlığı seri kadın cinayetlerini tetikliyor. Kadın cinayetlerini araştıran bir sosyoloğun “çok fazla acı var” diyerek intihar ettiği milliyetçi, muhafazakar, dindar ve erkek bir toplumu besleyen en hayat...
“Sanayi toplumunu yıkmaya harcanmayan her saniye,kendimizle birlikte tüm canlıların yok edilmesine göz yummak demektir.” Craig “Critter” Marshall Doğanın tahakkümünde yeni yöntemler bulmakta, gizli açık talanı desteklemekte insanoğlu çok yaratıcı. Uygarlık dünden yarına katliamlarının hızını artırıyor. Daha iyi günlerin bizi beklediğine dair “ilerleme” miti bir parodiye çoktan dönüştü. Kanserli bir toplum yaratan fabrikaların, şirketlerin ve ağa babaları devletin ağzıyla kirlettiği geri dönüşüm, çözünebilir ve yeşil kelimelerine hâlâ gerçekten inanan var mı bilmiyorum poşet dağlarıyla çevrilmiş uygar yaşantımızda. İnsanlar modernizmin uygar yaşantısı için nehirleri duvarlarla ördü, ormandaki ağaçları baltaladı, bataklıkları içindeki kurbağalarla birlikte öldürdü ve milyarlarca hayvanı katletmeye devam ediyor. Devlet ve medyanın kullandığı dil ve reklamlar artık doğal hayat yalanının üzerini kapatamıyor. Bir fabrikanın, bir barajın, enerji nakil hatlarının, yolların, köp...
Olağanüstü yaşamlarımız yok. Normalin, sıradanlığın tuzağına çoktan beri düşmüşüz. Anlayıştan uzak, birbirinden kopmuş ve her geçen gün biraz daha şeyleşen değersizleşen yaşamlarımıza inancımızı ve umudumuzu yitirdik. Gözlerimiz yaşararak, tüylerimiz dikenleşerek sarılmıyoruz artık birbirimize. Yakınlarda bir yerlerde bize dair olup bitenlere yüreğimizi çoktan kapattık. Teşekkür etmek, takdir etmek, özür dilemek, empati kurmak, anlamaya çalışmak hayatlarımızdan çıkmış. Sevdiğimiz insanlara bunu tereddüt etmeden söyleyebilmek, dost edinmek, paylaşmanın koşulsuz sadakatini unutmuşuz. Şikayet etmek, söylenmek, günü birlik hazların ve avunmaların peşinde kendimize yabancılaşmak en iyi yaptığımız şey olmuş. Yaşadığımız sinkaflı gerçekliğimizi izlediğimiz filmlerle, siber uzayın duvarlarıyla, makinelerin basitleştirdiği sözde hayatlarımıza acımasızca uyguluyoruz. Artık estetize edilmiş planlı yaşamlardan başka bir amaç için var olabileceğimizi tamamen unuttuk. İçimizde bir yerde orm...
Yorumlar
Yorum Gönder