Kayıtlar

Temmuz, 2010 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

HÜZÜN VE KOL SAATİ

Resim
sen uyurken neredeyse sabahtı yürüdün yüzünü güzelliğini içindeki benzersiz şefkatini kirli bakışlardan müzdarip bir iyimserlikle gücünü küçümsemiştin yorgunluktan yolun kuytusunda kudurmuş otlar hemfikirdi seninle ve bir milyon yıllık bazalt kayalar her kente senin sokağından girerdi yabancılar henüz saçını gürültüyle tarıyorken sen gözlüklerini takmadan bornozlu ve ıslak bu hırlayan hıncahınç gökyüzü gibi adamların damarlarını suya konulmuş bir ayakkabı köselesine çevirirdin bükülürdü yüzleri ve geçmişleri yüzeyde bırakıp yağlı algıları bulanık zamanı mekanın eriyiğinden bir acı dibine çökerdi yapayalnızdın hâlâ vakit vardı hiç kimseye duyurmadan usulca ve çok saklı yürürdün şakaklarına pervazda sallanan ve güzelliğine öykünen masal perilerini bıçaklardın kum saati unutuyordu incelikle seni seviyorum anlarını gözyaşları ile yıkanmış bir sabahı gitme daha erken bu cumartesiyi ağzımla seviştiğim ıslaklığını kente gelmiş özlemin soluğu itinayla soğuyordu tabakta yarım bırakılmış bir ön

YALAN

Resim
bugün hiç seni düşünmedim aklımın ucundan dahi geçmedin o annesinden muz isteyen çocuğa elinde muzlarla koşuşunu da gözümün önüne getirmedim hiç kafka'dan simsiyah bir alıntı gibi hayatın sırlarını paylaşmanı da hatırlamadım tavanındaki çakma yıldızlar gözümün önüne hele hiç gelmedi sağımda sen yatarken upuzun bir samanyolu sonsuzluğunda sen çalar saati erteleyip durdukça içimde artan sevinci tekrar tekrar yaşamadm hiç bugün her sigara yakışında sigarayı bıraktığıma tekrar pişman olduğumu da hissetmedim bugün asla gözlerinden akan yaşa gökyüzünün imrendiğini duyumsamadım tekrar tekrar ben ağlarken şefkatle çatılan kaşlarından çocuk gibi uslandığımı da aklıma getirmedim suskunluklarımıza gösterdiğimiz saygıya da imrenmedim sarılarak yürüdüğümüzde bozulan senkronumuza güldüğümüzü de düşünmedim bugün seviştiğimizi unuttum hepten seni öperken birkaç kez gözlerimi açtığımda sımsıkı kapalı gözlerini görüp bozduğum büyüye de hayıflanmadım bugün hiç bugün seni hiç düşünmedim ben aklımın uc

IŞIĞINI KISKANAN GÜNEŞ

Resim
kimse istemezdi olmasını böyle ama oldu güneş ışıklarını kıskandı senden bulutsuz bir öğlen üstü kararttın yeryüzünü

HAYAT NEDİR

Resim
ya minicik bir öpücükse hayat ya bıkmadan usanmadan öpüşmekse ya mutlu olamamaksa bir ömür boyu ya güzel bir kadının ayak bileğine takılan mavi bir halhalsa günaşırı intihar korkusuysa hayat zorunluluklar ve sorumlulukların yüküyse ya ya kaç kaşık şeker istersin diye şefkatle sorulan bir soruysa sadece hırsla kapanan gözlerse bir ideoloji ya da para uğruna ya hayat saf bir salaklıksa ya tembellik etmekse sadece ya bir sahafçıda ömrünü geçirmekse tozlu kitapların arasında bir tesadüfse bir kaossa belirli kuralları olan bir sistematikse ya bir kadının kasığında uyumaktır belki de gözlerine bakıp sevgilin gülebilmektir hiçbir şey söyleme ihtiyacı duymadan kim bilir hayat bomboştur belki de olabilir belki de dopdolu bilemezsin hayat nasıl anlamlandırıyorsan odur aslında: hayat sevgi'dir sevgi de hayat

ÜÇ YIL

Resim
çok fena gidiyor her şey bu aralar onun için. evden çıkmaz oldu. ortak bir arkadaştan öğrendim. aradım ısrar ettim "gel" dedim. "açılırsın hem, konuşur dertleşir içeriz birlikte" dedim. geldi. gittik oturduk bir meyhaneye. adı geçit meyhanenin. yol ağzında bir yer. izbe ve olması gerektiği gibi kirli bir yer. orayı o da çok sever. sanırım bu aralar o da gidip içiyomuş eski sıklıkta. eskiden de hep giderdi oraya. orada gidip "aşık taklidi yapan adamları izlemeyi" seviyormuş. geldi. yüzünde yarım bir gülümse, sarıldım ona. güçsüz ve biraz daha zayıf buldum kollarını. hırpalamış kendini belli. bir turgut uyar hüznüne her zaman saygı duyarım ama onunkisi düpedüz "yerel bir kendine acımasızlık". içtik biraz. biralar gitti geldi. çok hızlı içiyor. düşünceli. eski arkadaşlardan, öncelermizden konuştuk isteksizce. asıl anlattırmak istediğim şeye girmek için biraz sabırlıca konuşuyorum, gevezelik ediyorum. üstüne sinen uyuşukluk hareketlerine yansımış. da

KÖPRÜ

Resim
üşengeç bir yalnızlığı soluyorum yine. günün en sıcak saatlerin geçmesini beklerken. odamın kapalı perdelerinin ardından, gündüz bile açılmayan. eskiden pencereyi açardım biraz en azından hava alsın diye, şimdi açınca içeri dolan hava da sesler de çok yabancı geliyor. çocuk sesi yok fazla. bir kez mandolin sesi gelmişti penceremin ardından. gecenin çok ilerlememiş saatleriydi. birileri içiyordu sanırım ve mandolinle yarenlik ediyorlardı birbirlerine. bir kadından mı bahsettiler yoksa dünyanın zavallılığından mı emin değilim. biraz duyuyordum gerçi kırık dökük kelimeleri. birisi dinliyordu sadece hiç konuşmadan, diğeri de çalımlı konuşuyordu, mandolini hangisi çalıyordu bilmiyorum. mandolinin dostça tınısı karışıyordu geceye. sebebsiz içiyorlardı belki de, unutulup gidecek bir hayat için belki de, anı yaşayan bir direnişti orada etrafa yaydıkları sesler. çok da güzeldi. çıkıp onlarla konuşmak istemiştim en azından dinlemek biraz, öylece yüzlerine bakmak belki de görmek için gülümseyebil