Kayıtlar

Şubat, 2015 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

BONANZA

Kısa boylu ve bodur bir kurt kırmasıydı. Kalın bir boynu, sık ve boz renkli tüyleri vardı. Oldukça sinirli bir köpekti. Ailede ısırmadığı, kovalamadığı kimse kalmamıştı. Benimse en iyi dostumdu Bonanza. Onu tanıdığımda 15 yaşımda olmalıyım. O da kendi yaşam süresinde o yaşlarda olmalıydı. Açık kestane rengi gözlerinden kızgın mı, sakin mi anlayabiliyordum. Çok badireler atlattı Bonanza. Şehir dışındaki evimizin etrafında uzun yürüyüşlere çıkardık. Genelde sevecen ve dost canlısıydı. Birlikte bazen dozunu kaçırdığımız oyunlar oynardık. Giderek sertleşen elenseler çeker, yere yatırır, kulağını falan çekerdim... Hırlayarak üzerime atılır, dişlerini geçirmeden ısırır, patileriyle üzerime atılır kendimizden geçerdik. Ara sıra kendini tutamaz içindeki yabanıl vahşiliği gençliğinin de etkisiyle gün yüzüne çıkarır ısırırdı beni aniden. Kararsız bir patlayıcı gibiydi öfkesi Bonanza'nın. En kızgın olduğu dönemler yaz sıcaklarının başladığı dönemler olurdu. Adana'nın sarı sıcaklarında ka

Öldürülen kadınlar, geleceğimiz ve isyan

Resim
Yeni sömürgecilik anlayışı dünyaya hakimken, duyguların bile mekanikleştiği atmosferde sıcak ve sevgi dolu şeyler yazmak ne zor. Hele ki kutsi gün üretmede eşi benzeri olmayan yaratıcılıktaki üretici insan uygarlığı heyecanla bir sevgililer gününü daha yaşıyorken. O sevgililer günü ki; genç bir kadın tecavüze uğrayıp, öldürülüp, bedeni yakılarak yok edilmeye çalışıldığının ortaya çıktığı güne denk geliyor. Sevgi, aşk, bağlılık, dostluk ve adanma gibi insanı yüceltmesi gereken duyguların kırmızının binbir türlü tonuna bulanmış satılık eşyalarla içinin boşaltıldığı ve alçaltıldığı bir günde bir kadın daha öldürülüyor. İçine düştüğümüz sığ ve birbirinin benzeri arzuların bedeli 14 Şubat’a özel bir renkte Özgecan’ın bedeniyle kanıyor. İktidarın artan ve giderek popülerleşen-yaygınlaşan bağnazlığı seri kadın cinayetlerini tetikliyor. Kadın cinayetlerini araştıran bir sosyoloğun “çok fazla acı var” diyerek intihar ettiği milliyetçi, muhafazakar, dindar ve erkek bir toplumu besleyen en hayat

YAŞAM ANARŞİDİR

Resim
Alışveriş yapmak eğlence ya da oyun değildir. Sen gereksizce tüketip satın aldıkça etrafına fakirliğin ve yoksulluğun duvarlarını örersin. Dolabında çoğalan eşyalar, eşitsizliği ve umutsuzluğu besler. Dolaşmak ve zaman harcamak için aklına gelen ilk yer AVM ise çoktan reklam dünyasının ışıltılı bir kofluğunun sadık bir tebaası haline gelmişsin demektir. Basit ve sade bir yaşam doğal hayatlarımıza dönmenin en kestirme yoludur. Güvenlik, emeği ve dünyayı sömüren sermaye sahibinin dayattığı ayrıştırıcı bir paranoyadır.  Jiletli teller, kalın duvarlar, kameralar, alarmlar, polisler ve bekçiler senden çaldıklarını yine senden korumaya çalıştıkları birer güvensizlik aygıtlarıdır. Biriktirdikleri her şeyin başkalarının yaşamını harcadığının bilinciyle yükselttikleri duvarlar korkularının tuğlalarından örülmüştür. Kapıların ve kilitlerin seni sistemin kaybedenlerinden biri olmaktan kurtaramadığı geleceğe yakınlaştırdığını anla artık. Okulda öğretilen ilk şey sıraya girmen ve oturmandır. N

Melankoli isyancıdır

Resim
Olağanüstü yaşamlarımız yok. Normalin, sıradanlığın tuzağına çoktan beri düşmüşüz. Anlayıştan uzak, birbirinden kopmuş ve her geçen gün biraz daha şeyleşen değersizleşen yaşamlarımıza inancımızı ve umudumuzu yitirdik. Gözlerimiz yaşararak, tüylerimiz dikenleşerek sarılmıyoruz artık birbirimize.  Yakınlarda bir yerlerde bize dair olup bitenlere yüreğimizi çoktan kapattık. Teşekkür etmek, takdir etmek, özür dilemek, empati kurmak, anlamaya çalışmak hayatlarımızdan çıkmış. Sevdiğimiz insanlara bunu tereddüt etmeden söyleyebilmek, dost edinmek, paylaşmanın koşulsuz sadakatini unutmuşuz. Şikayet etmek, söylenmek, günü birlik hazların ve avunmaların peşinde kendimize yabancılaşmak en iyi yaptığımız şey olmuş. Yaşadığımız sinkaflı gerçekliğimizi izlediğimiz filmlerle, siber uzayın duvarlarıyla, makinelerin basitleştirdiği sözde hayatlarımıza acımasızca uyguluyoruz. Artık estetize edilmiş planlı yaşamlardan başka bir amaç için var olabileceğimizi tamamen unuttuk. İçimizde bir yerde ormanı,